25 Mayıs 2017 Perşembe

Basmacı Abdi Efendi

BASMACI ABDİ EFENDİ
1787-1851
           
                  Basmacı Abdi Efendi’nin hayatı hakkında sahip olduğumuz bilgi sınırlıdır. 1787 yılında İstanbul Davudpaşa’da doğdu. 8 yaşlarında iken babasının  ölümü üzerine, kendisini, yaşça oldukça büyük ağabeyi ve üç yaş küçük kızkardeşi ile birlikte hayat mücadelesi içinde buldu. Kapalıçarşı’da Yemeni basmacılığı yapan bir iş yerine girerek çalışmağa başladı. 10 yıl kadar burada çalıştı. “Basmacı„ lâkabını bu yüzden almıştır. 18 yaşlarında şansını değiştiren bir olay şöyle yaşanmıştır. Basmacı Abdi Efendi bir gün kızkardeşi ile Merdivenköyü’nde oturan akrabalarını ziyarete gidiyorlarmış. Uzunçayır denilen yerde bir ara dinlenmek üzere otururlarken, Basmacı Abdi Efendi, o ara bir şarkı okumaya başlamış. Tesadüfen “tebdîl-i kıyafet„ olarak oradan geçen III. Selim, son derece etkileyici ve parlak olan bu sesi duyar duymaz durmuş ve dikkatle dinlemiş, daha sonra musahiblerine bu çocukla ilgilenilip, Enderun’a alınmasını emretmiş, böylece Abdi Efendi’nin saray hayatı başlamış.
            Basmacı Abdi Efendi’nin Enderun’da kendisine verilen kültür ve musıki derslerinde başarılı olduğu kısa bir süre sonra meydana çıktı. 1808 yılında III. Selim’in öldürülmesinden sonra II. Mahmud döneminde sarayın seçkin hanendeleri arasında görülmeye başlandı. 20 yaşlarında Padişah müezzinleri arasına girmiş olması onun sesi hakkında bize yeterli fikir verir.
            Abdi Efendi’yi hanende olarak huzur fasıllarında görmekteyiz. 1823 yılında yapılan bir gezintide Dede Efendi, Kömürcü-zade Hafız Efendi, Tanburi Numan Ağa, Kemani Ali Ağa, Suyolcu Salih Efendi gibi dönemin güçlü sazende ve hanendeleri arasında ismi geçmektedir.
            Basmacı Abdi Efendi, Padişah müezzinliği 30 yıldan fazla sürdürmüştür. II. Mahmud  zamanında kurulan Mızıka-yı Hümayun’a hoca olarak atanmış ve bu görevde 5 yıl kadar kalmıştır. Daha sonra Basmacı Abdi Efendi, Kabataş’ta satın aldığı evde ömrünü tamamlamış 18 Mart 1851 yılında ölmüştür. Maçka mezarlığında toprağa verilen Abdi Efendi’nin mezar taşında “Musahib-i Şehriyari’den sersazende Es-seyyid Abdi Efendi„ yazması ve “sersazende” olarak tanımlanması onun bir sazı çok iyi derecede çaldığını göstermektedir. Fakat bu sazın ne olduğu konusunda günümüze bir bilgi ulaşmamıştır.
            III. Selim döneminin coşkusunu genç yaşlarında iken yaşayan Basmacı Abdi Efendi’nin günümüze ulaşan parçaları 13 tanedir.
            Yapmış olduğu şarkılardan, güftesini “Haşim„in yazdığı “Gülşen-i ezhâr açtı her yana„  Mâhûr  makamındaki şarkısı gerçekten bestelenme amacına uygun, san’atlı ve klâsik anlayışı üslubunda barındıran bir şarkıdır. II. Mahmud’un, Beşiktaş sırtlarında yaptırdığı  bir “Kasr„ için bestelenmiştir.Bu şarkı için İbnül-Emin Mahmut Kemal İnal  şunları anlatmaktadır: “Bu şarkıyı ilk defa olarak  Reji Komiseri Nuri Bey merhumun Yakacıktaki evinde ,kız öğretmen okulu hocalarından  Beypazarlı  Halil Efendi’den dinlemiştim.Nuri Bey gibi ben de pek beğenmiştim.Bu zatı Nüzhetiyye Halil Efendi olarak anmaya başlamıştım. Şarkıyı öğrendikten sonra,musıkiye ayırdığım toplantılarda  genellikle bu şarkıyı okurduk,büyük zevk alırdık.Meclisimizin müdavimlerinden Muallim Kâzım Bey,bu şarkıyı benden duyduğunu meslektaşlarına söylerdi. 
           Dostumuz Keçeci-zade Reşad Fuat Bey,Vak’a-nüvis Lûtfi Efendi’nin bu şarkıyı Meclis-i Maarif başkanı Haydar Efendiye okuduğunu ,kendisininde bu şarkıyı okutmak için iki defa Lûtfi Efendi’ye gittiğini, fırsat düşürerek arzusunu belirttiğini fakat Lûtfi Efendi’nin bu şarkıyı okumaya yanaşmadığını söyledi ve –Bakalım siz okutabilir misiniz ?- diye de ekledi.Bu şarkıyı Halil Efendi’den dinledikten hayli zaman sonra,bir kere de Lûtfi Efendi gibi önemli bir şahsiyyetten dinlemek istedim.Bir gün  kardeşim Ahmed Tevfik Bey  merhum ile Horhordaki  evine giderek her zamanki gibi iltifatlarına nail olduğumuz anda ,sırasını getirip o şarkıdan bahsettim.Sözlerime cevap vermeksizin ellerini dizlerine vurarak usul tutmaya başladı.Şarkıyı üstadane okudu.
-Benim yaşımdaki adem bu kadar okuyabilir.Gençliğimde Sultan Mahmud’un başimamı Zeynülabidin Efendi’nin konağına davam ederdim.Sonradan  oğlu Cemaleddin Efendi ile musıki meşk ederdik.Bu şarkıyı da o zaman geçmiştim dedi .Elini öpüp teşekkür ettik Durumu Reşad Bey’e söylediğimde,nasıl okuttuğuma hayret ve bana gıpta etti.”
          Yine Rast makamındaki “Senin aşkınla çâk oldum „güfteli Rast şarkısı makamı kullanışı, melodik yapısı ve vekarı ile etkileyici bir eserdir. Bunların yanı sıra “Sevdim yine bir nev-civân„ güfteli Rast şarkısı zamanında da bugün de ritmik ve melodik yapısıyla, zevkle çalınıp, söylenen şarkılardandır.     
            

1 Mayıs 2017 Pazartesi

Giriftzen Asım Bey

GİRİFTZEN ASIM BEY

1852- 26.2.1929



1852 yılında Teselya, Yenişehir’de doğmuştur. Babası Muhzırbaşı-zadeler’den Ali Efendi’dir. Giriftzen Asım Bey bir gazete için yaptığı söyleşide çocukluk yıllarını şöyle anlatıyor: “14 yaşında idim. Yenişehir Mevlevihanesi’ne gider, gelir, musıkî dinlemek ve ayin seyretmekten zevk alırdım. Günün birinde ben de onların arasına karşıp ayin ve na’t okumağa başladım. Sesimin güzel olduğunu söylerlerdi. Orada, Yusuf Paşa’nın çırağı Hasan Dede’den ney dersi almaya başladım. Üçüncü ay, bir ayinde şeyh “taksimi Asım’a bırakın” diye emir verdi. Ondan sonra bazen çaldım, bazen okudum.„
13 yaşlarında iken Şeyh Nazif Dede’nin dikkatini çeken Asım Bey, ondan Mesnevi okudu ve Farsça’yı öğrendi. Musıki’deki bilgi ve zevkini mevlevihane’de yapılan musıki ile geliştiren Asım Bey 1869 yılında henüz 17 yaşında iken İstanbul’a geldi. Bu şehirde maliye memuru olarak göreve başladı. Aynı günlerde Neyzen Salim Bey’le ile tanıştı. Selim Bey’in, Asım Bey’i dinlemesinden sonra, ona ney ve musıki dersleri vermesi, yine Zekâi Dede, Hacı Arif Bey, Yusuf Paşa Tanburi Ali Efendi, Bolahenk Nuri Bey, Santuri Ethem Bey, Medeni Aziz Efendi gibi dönemin önde gelen müzisyenlerinin bulunduğu meclislere katılması onun musıki’ deki gelişimini hızlandırdı.
Bu arada maliye memuru olarak tayin edildiği Aydın’da bir taraftan görevini yaparken, diğer taraftan musıki çalışmalarını sürdürdü. Aynı zamanda neyzen olarak adını duyurmağa başladı.
1872 yılında İstanbul’a döndü ve  mülâzım (teğmen) rütbesiyle subay oldu.Bir süre sonra da yüzbaşılığa yükseldi.
Katıldığı 93 harbi diye bilinen 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşında dayısı Miralay İbrahim Bey’in yanında bölük kumandanı olarak katıldı. Savaşta bulunduğu süre içinde de Asım Bey giriftini yanından ayırmadı. Yaşadığı o günlerle ilgili olarak Asım Bey şunları anlatmıştır.”Rus savaşı ilan edildikten sonra, taburumuzla biz de hareket ettik. Seferberlikte ney sazını taşımak zor geldi. Daha pratik olsun diye bir girift edindim. Savaş esnasında dağlarda, tepelerde, su kenarlarında bu sazı çala çala benim için girifte karşı ebedi bir aşk hasıl oldu. Savaş dönüşünde Golos’a geldik. İstanbul’a gelirken vapurda girift üfleyerek kafesteki bir kanaryanın kendinden geçerek ötüşü, hayli ilginçti.”Bu dönemlerde Tanburi Cemil Bey, Hüsameddin Efendi, oğlu Musa Süreyya Bey, Kemani Tevfik Bey ile birlikte, Giriftzen Asım Bey, yeni yapacakları eserlerle, batıya açılmayı ve oralarda konserler vermeyi hedefleyen çalışmalarda bulundu. Fakat Cemil Bey ve kendisinin hastalanması, yine Musa Süreyya Bey’inde askere gitmesi üzerine bu çalışmalar yarım kaldı. Asım Bey, savaş sonrası İstanbul’da kurulan İtfaiye teşkilatının Beyoğlu bölümünde rütbeli olarak vazife ’ye başladı.
Asım Bey “önce tulumbacılıktır diye kabul etmek istemedim. Amirlerim ısrar ettiler, ben de kabul ettim. Sonra İstanbul’a, irfan ve tahsil, şevk-u tarâb âlemlerine tekrar kavuştum. Burada İtfaiye ’ye uzun müddet hizmet ettim. En son Üsküdar’da binbaşı idim.„ Diye o günlerini anlatmıştır.
Bu arada musıki meclislerinin aranan san’atkârlarından biri olmuş, çağının ünlü müzisyenleri gibi önde gelen devlet adamları ile de yakın dostluklar kurmuştu. Bunlardan biri de Müşir Fuad Paşa, göz altında tutuluyordu. Asım Bey ise eski dostu Fuad Paşa ile samimiyetini devam ettirmekte bir sakınca görmediğinden, Paşanın bir daveti üzerine Erenköy’deki köşküne gitmiş,  jurnalcilerin olayı haber vermeleri, Giriftzen Asım Bey’in Amasya’ya sürgüne gönderilmesine sebep olmuştu.
Asım Bey’in sürgüne gittiği bu şehirde 24 yıl kadar yaşadı. İlk eşinin ölümü üzerine Amasya’da ikinci kez evlendi. Bu arada musıki çalışmalarına aralıksız devam etti ve Amasya’da birçok öğrenci yetiştirdi. 1908 II. Meşrutiyetin ilan edilmesi üzerine sürgün hayatı sona erdi ve İstanbul’a döndü. Burada İtfaiye kumandanı olarak birkaç yıl çalıştı. Daha sonra Emekli olan Asım Bey, Mısır Hidiv’inin daveti üzerine Kahire’ye oradan da Hacca gitti. Daha sonra Amasya’ya geçti ve birkaç yıl da orada kaldıktan sonra tekrar İstanbul’a geldi ve 26.2.1929 yılında 77 yaşlarında iken öldü. Merkezefendi’ye götürülerek defnedildi.
Asım Bey’in iki evliliğinden ilkinden 3 erkek, 1 kız, ikincisinden 3 kız, 3 erkek olmak üzere 10 çocuğu olmuştur. Çocuklarının çoğu musıki ve diğer san’at konularıyla yakından ilgilenmişlerdir. Musa Süreyya Bey, Nihal Erkutun ve Muazzez Kurdoğlu isim yapmış çocuklardır.
Asım Bey son dönemlerde kaybolmaya yüz tutmuş “Girift„ sazını çalan, üstadlardan biri idi. O dönem ki müzik ortamlarında Asım Bey’in çaldığı girift’i dinlemek bir ayrıcalık gibi değerlendiriliyordu. Sürgüne gönderilmesine neden olan Fuad Paşa’nın musıki toplantılarına gittiği zaman onu dinleyebilecekleri için, gerek konak halkının, gerekse çevre halkının adeta bayram ettiği günümüze gelen bilgilerdendir.


Asım Bey’in bestekârlık yönü ise adeta derviş mizacının yansıması gibidir. Sade ve akıcı melodik yapı, iddiadan uzak fakat son derece zarif, etkileyici yapı eserlerinin ortak yönüdür. Atatürk’ün de çok sevdiği şarkılardan biri olan “ Cânâ rakîbi handân edersin„  güfteli Uşşâk şarkısı bugün bile musıki ile ilgilenen herkesin bilip okuduğu şarkılardandır. Başka bir özelliği de, son yıllarında eserlerini çok çabuk bestelemesidir. Asım Bey’in saz eseri bestekârlığı da vardır. Özellikle Rast Peşrevi onun ünlü eserlerindendir. Günümüze 54 eseri gelmiştir.