30 Temmuz 2018 Pazartesi

Şarkı söylemenin faydaları

Şarkı söylemek, özellikle kendi başımıza kaldığımızda, hepimize oldukça keyifli gelebilir. Yapılan bazı araştırmalar, sağlık için de faydaları olduğunu gösteriyor.
 Şarkı Söylemek ve Astım: Yapılan çalışmalar, derin nefes alınması ve diyafram gibi birçok kasın çalışması yüzünden şarkı söylemenin astım ve bronşiti olan insanlara iyi geldiğini ortaya koyuyor. Şarkı söylemenin ayrıca horlamanın önüne geçtiğine dair kanıtlar bile mevcut.
 Şarkı Söylemek ve Bağışıklık Sistemi: Almanya’daki araştırmacılar, amatör bir koronun üyelerinin, sağlıklı bir bağışıklık göstergesi olarak, antikorlarını ve stres hormonlarını incelemeye aldılar. Şarkıcıların şarkı söylediklerindeki veya şarkı dinlediklerindeki seviyelerini birbiriyle karşılaştırdılar. Şarkıcılar, şarkı dinledikleri zaman stres hormonları yükseliyorken, şarkı söylediklerinde antikorları artıyordu. Muhtemelen şarkı söylemek şarkıcıları iyi hissettirirken sadece şarkı dinlemeyi sevmiyorlardı. Fakat bağışıklıktaki geçici değişiklikler çok fazla şey demek değildir. Birçok aktivite, antikorlarda ve stres hormonlarında alçalmalara ve yükselmelere neden olmaktadır.
 Şarkı Söylemek ve Yaşlanmak: George Washington Üniversitesi’ndeki araştırmacıların yaptıkları “Yaratıcılık ve Yaşlanma” adlı bir araştırmada, kıdemli koro mensupları, şarkı söylemeyenlere göre daha sağlıklı oldukları ve daha geç çöktükleri saptandı.
 Şarkı Söylemek ve Alzheimer Hastalığı: İngiltere Alzheimer Derneği, şarkı söylemenin bunama (demans) sorunu yaşayan hastalara yardımcı olduğunu bildiriyor. Tanıdık şarkılar söylemek ve yenilerini öğrenmek, kendine güvenin yeniden inşasına ve yalnızlığın giderilmesine yardımcı olabiliyor. Şarkı söyleme ve yeni zihinsel beceriler öğrenme gibi akla bağlı egzersizler yapmanın Alzheimer hastalığını önleyebileceğine dair hiçbir kanıt olmamasına rağmen, birçok uzman bu tip aktivitelerin en azından bazı insanlarda hafıza sorunlarının başlamasını erteleyebileceğini düşünüyor.
 Şarkı Söylemek ve İnsan Zekâsı: University of California, Berkeley’de çalışan meşhur Nörobiyolog Walter Freeman, şarkı söyleme ile dans etmenin kökünde genetik olduğuna, beynin evrilmesine ve ayrıca bir nesilden diğerine bilgi aktarılmasına yardımcı olduğuna inanıyor.

 Şarkı Söylemek ve Sosyallik: Çoğu şarkıcı, bir koroda şarkı söylemenin toplum içinde kendine güveni sağlamlaştırdığını söylüyor.

1 Nisan 2018 Pazar

Şevki Bey

ŞEVKİ BEY
                                                   1860-20.02.1891
           
            Şevki Bey 1860 yılında Fatih Kumrulumescit’de doğdu. Babası tarakçı esnafından Ahmed Efendi’dir. İlkokul ve Ortaokuldaki öğrencilik yıllarında musıki yeteneği ve sesinin güzelliği ile dikkatleri çekti. Bu yıllarda Bayındırlık ve Ticaret Bakanlığı kâtiplerinden Necmeddin Bey, Şevki Bey’e ilk musıki derslerini vermeye başladı. Ortaokul sonrası, musıkideki ilerlemesi gözönüne alınarak Mızıka-yı Hümayun’un Türk Müziği bölümüne girdi. Burada karşılaştığı Hacı Arif Bey ile musıki ufku genişleyen Şevki Bey, hocasından özellikle şarkı formunun teknik inceliklerini öğrendi. Sadece sarayda kalmayan bu çalışmalar, Hacı Arif Bey’in evinde de sürdü. Oldukça güçlü bir hafızaya sahib olan Şevki Bey, böylece binlerle ifade edilebilecek eserleri, hocasından geçmiş oldu. Bu yıllarda Mızıka-yı Hümayunda bulunan diğer hocalardan yararlanmış  olması da doğaldır. Yine Zekâi Dede’nin evine ve bir süre Bahariye Mevlevihanesi’ne devam etti fakat onu temel kaynağı Hacı Arif Bey olmuştur.
            Şevki Bey, hocasının 1885 de ölümünden sonra saraydan ayrıldı. Bu yaşlarda yapmış olduğu şarkıları, zamanın musıki ortamlarında sıkça okunuyordu ve bestekârlık alanında oldukça isim yapmış biri idi. Yakınlarının aracılığı ile girdiği Gümrük Bakanlığın’da kâtip olarak hayatının sonuna kadar çalıştı.
            Osmanlı sosyal hayatındaki değişim, sarayda yapılan musıki ve değişen musıki anlayışı, bu san’atın farklı ortamlarda icrasına da neden olmuştu. Bir bölümü yalılarında, konaklarında musıki toplantıları yaparken, bazı kahvehaneler, meyhaneler de musıkinin yapıldığı bir başka mekân olmuştu.
            Saraydan ayrıldıktan sonra, adeta kendi kapalı iç dünyasının yarattığı bir üslubu oluşturan Şevki Bey, klâsik bilgi ve birikimi zayıf olmasına rağmen, kendisi için yeterli olan şarkı formunun gerektirdiklerini, bestekârlık dehası ile birleştirerek şarkılar besteliyordu. İçkiye olan düşkünlüğü, düzey ve mekân ayrımı yapmasını engellediği için de onu bu farklı yerlerde görmek mümkündü. Fakat eserlerindeki samimiyet, akıcılık ve üstün zevk unsurları onu tüm meclislerin aranan şahsiyeti yapmıştı. Şevki Bey’in hakkında yazılanların büyük bir bölümü onun içkiye olan düşkünlüğünü ve bunun sonucunda da “içkinin mahvettiği bir deha„ olarak olarak değerlendirildiğini kapsamaktadır.
            Sadi Yaver Ataman, babasından duyduklarını şöyle anlatmıştır: “Babamın anlattığına göre Şevki Bey, konağa içkili geldiği için sofraya oturmaz, merdiven, başındaki küçük odada babamla karşılıklı demlenmekten hoşlanırmış. Bir hayli demlendikten sonra ağız ve burunlarını silip, ceketlerini ilikleyip toplantı salonuna girerlermiş.
            Şevki Bey her zaman odanın kapıya yakın bir yerinde kenarları sırma şeritli, ibrişim püsküllü kadife koltukta ellerini dizleri üstüne koyarak, gayet edepli bir şekilde oturur, çok konuşmaz, bir  şey sorulduğunda mahçup bir şekilde cevap verirmiş....
            Babam, Şevki Bey’in devamlı hüzün içinde görünen gözlerinin altı hafif şişik, hayata bağlılığı zayıf, yaşından büyük gösteren bir genç adam olduğunu, oldukça iyi ud çaldığını, mızrabını udun sapına yakın ve tellere hafifçe vurarak, kısık sesi ile şarkılarını okuduğunu söylemiştir.„
            Şevki Bey’in yakın arkadaşı yazar ve bestekâr Ahmed Rasim Bey, “Ayaz Paşa Kola Çıkıyor„ adını verdiği hatırasında Şevki Bey ile yaşadığı olayı şöyle anlatıyor:
           


“Bir Avrupa Kumpanyasının oynadığı Karmen Operasından çıktıktan sonra, sarındım, toplandım, yola çıktım. Meyit yokuşu yoluyla dönüyordum. Şişhane, önlerine geldiğim sıralarda idi ki, oradaki merdivenli yokuştan, birinin yuvarlana yuvarlana caddeye geldiğini gördüm. Derhal koştum, kolundan tuttum, kaldırdım. Bir de bakayım ki bizim meşhur bestekâr, hanende Şevki Bey merhum değil mi? O kadar sarhoş ki gözlerini bile açamıyor. Şimdine yapmalı?  Bırakmak olmaz, o halde. O vakitler Beyoğlu’nda otel de bilmem. Düşündüm. Koluna girip eve sürüklemekten başka aklıma bir çare gelmedi. Koluna girdim, yürüttüm. Köprünün ortasına geldik Şevki’nin galiba istimi tükenmiş ki birden bire çöktü, serildi. “Ne„ dedim “kalk birader davran, kendine gel„ Belaya bakın ki eğilmek ihtimali yok.
 Muşambayı, paltoyu çözmeyince mümkün değil. Hem hangi elle? Geceleyin uğradığım derde bakın. Rüzgar azdıkça azdırdı. Aman ya Rabbi, sen bilirsin. Bıraksam beş dakika sonra kıkırdayacak. Söz anlamaz, duymaz. Belki de donma alametleri yüz göstermiş. Şimdi ne yapmalı? Kederimden ağlıyordum. Bıraksam bir cinayet, bırakmasam başı ucunda dursam ben de intihara karar vermiş olacağım. Etrafta adam değil, it bile görünmüyordu. Gençlik ah gençlik. Gücüne ve ezici kuvvetine kurban olayım. Buzdan herbiri yarımşar okka olmuş eldivenlerini nasıl çıkardım, muşambayı çözdüm. Şevki’yi öyle bir sırtlayış sırtladım ki hala bu muvaffakiyetime hayretteyim. Gayret, tehlikeden kaçış, bir arkadaş kurtarış, bana hararet veriyordu. Merhumu kuytu yerlerde dinlene dinlene, mola vere vere eve getirdim. Getirdim amma bende yarılmadık dudak, çatlamadık el kalmadı. Ciddi söylüyorum ki o ayazda ben de birdenbire heyecanlanıp da böyle bir güçlüğe katlanmasaydım, sabahleyin köprüden geçenler, ikimizi de sırıtmış bulurlardı. Ne dersiniz? Şevki sabahleyin beni görür görmez teessürsüz “gel şu şarkıyı geç„ diye kendine has okuyuş tarzı ile “Mahzun dilimi şâd edecek sensin efendim, Her lâhza beni yâd edecek sensin efendim„ şarkısını okumasın mı? Biçare yemin ederek, akşam ki maceradan haberi olmadığını, hayretler içinde temin etti.”
            İşte bu ruh yapısıyla hareket eden ve bu yapıya esir olan Şevki Bey bir gece yakın dostu gümrükçü Rahmi Bey’in evinde yine fazlasıyla içmiş ve 20 Şubat 1891’de yatağında ölü bulunmuştu. Anlatılanlara göre ölümünden birkaç gün önce yeni diktirdiği takım elbisesi ile resim çektirip oradan Rahmi Bey’in evine gitmiştir. Cenazesi kalabalık bir toplulukla Beylerbeyi sırtlarındaki Nakkaş Baba mezarlığına defnedilmiştir. İstanbul gazetelerinde çıkan haberlerden biri şöyle idi: “Hanende-i şehir Şevki Bey, cumartesi gecesi Beylerbeyi’nde Gümrükçü Rahmi Bey’in hanesinde kalp sektesinden öldü. Mazisi de üstad fakat mest ü müdam idi.„ (durmadan şarab içen)
            “Türklerin Schubert„i olarak da isimlendirilen şevki Bey’e ölümünden sonra yakın dostu Mehmed Hafid Bey, vefasını göstermiş, onun sağlığında bastırmak istediği şarkılarının güftelerini “Yadigâr-ı Şevki yahut Mahsul-i Tabiat„ adı altında bastırmıştır. 1893 de bastırılan bu kitapta 700 civarında güfte mevcuttur.
                        “ Arza lâyık değil amma hünerim
                           Nâcizane bini buldu eserim„
diyen Şevki Bey’in binin üzerinde eser bestelediği, kendi beytinden anlaşılmaktadır. Fakat bu gün elimizdeki eserleri 235 civarındadır. Uşşâk makamında yapmış olduğu 72 eser de onun bestekârlık vadisindeki ayrı bir özelliğidir.
            Rindane yaşayışı ve hayat felsefesi onun musıki anlayışının da kendine has olmasına neden olmuştur. Bazı şarkılarında Hacı Arif Bey’in etkisi görülse de tamamen kendine özgü bir üslûbu vardır. İçinden geldiği gibi ve tümüyle (birkaç örnek hariç) şarkı formunda eserler vermiştir. Ardarda 8-10 şarkı bestelediği ve bu şarkılarda  farklı duygu ve anlayış yoğunluğunu aksettirdiği bilinmektedir. Son derece içli, san’at kuşkusunu taşımayan, ritmik özellikleri yerinde kullanan bir anlayış da, Şevki Bey’in eserlerinin ortak özellikleridir.
           






Şevki Bey’in bestekârlığına hayran olan ve ona birçok güfte veren dostu Mehmed Hafid Bey, sonradan yaptırdığı mezar taşına yazdığı şiir ise şöyledir:
                        Mûsıki fenninde kesb-i imtiyâz
                        Eylemişdi şevk-i âheng-tırâz
                       
                        Rahât’ül-Ervâh idi her nağmesi
                        Sûz-i Dil’den gösterirken perde sâz

                        Tâze bir verd-i sabah-perver iken
                        Kıldı pejmurde hazân-ı tîre-bâz

                        Târ-ı tanbûr-î hayâtî gam alıp
                        Eyler idi mızrâb-ı kalb-ihtisâz


                        Müstaiddi kâr-ü nakş’a tab’ı kim
                        Merhâle-i Nakkâş oldu sâye-sâz
                       
Bir nefeste mürg-ı rûhu bâl açıp
                        Cennete kondu misâl-i şâhbâz

                        Çıktı bir târih pesendîde Hafîd

                        Hâke düştü bî-emel ol verd-i nâz

Siyah ebrulerin



Günler geçiyor gönlümün ezvakı tükendi



Esiri zülfünüm ey yüzü mahım



Dağlar dayanmaz eninine


Cana rakibi handan edersin



Al goncayı veremedim


Bir rüzgar esti felek


Bende gönül çektim ( Mazi )