ABDÜLKADİR MERAGİ
17.12.1353? - 3.1435
Musikimizde “Hoca”
olarak tanımlanan ve ünvanıyla özdeşleşen Abdülkadir Meragi
1350-60 arasında bugün için İran’ın sınırları içindeki
Güney Azerbaycan’daki Meraga şehrinde doğmuştur. Babası
yaşadığı dönemin saygın isimlerinden Gıyaseddin Gaybi’dir.
Meragi’nin , “Kuran’ı ezberlemek ve beğenilen nağmelerle
okumak” amacıyla mûsıkîye başladığını , bunun için de
dönemin en iyi hocalarından ders alarak kısa sürede herkesin
beğenisini kazanacak seviyeye geldiğini kendi ifadelerinden
anlamaktayız. Yine babası için “ mûsıkîde hiç kimse onun
mertebesine gelmedi ve gelemez.” dediğine göre ilk müzik
derslerini babasından aldığını düşünmek yerinde olur.
Bir çok yönüyle dikkatleri çeken
Meragi dönemin geleneklerine uygun olarak Celâyir hükümdarı
Sultan Üveys’ in maiyyetine girmiş ve gösterdiği üstün
başarılardan dolayı sultanın takdirini kazanmıştır. Bu dönem,
Meragi’nin üst düzeyde sürecek yaşantısının da başlangıcı
olmuştur.
Sultan Üveys’in yerine geçen
oğlu Sultan Hüseyin’in , Meragi’nin öğrencilerinden olduğunu
, bizzat Sultanın kendi ifadelerinden anlamaktayız. Sultan Hüseyin
, Abdülkadir gibi üstün özellikleri olan bir kişi ile beraber
olmaktan duyduğu memnuniyeti ifade etmiştir. Daha başka bir
deyişle , böylesine büyük bir sanatkârla olan birlikteliği ,
bir ayrıcalık , bir şereflenme olarak kabul etmiştir. Meragi de
Sultanın kendisine gösterdiği saygıyı özellikle vurgulamıştır.
Sultan Hüseyin’in kardeşi Ahmet
tarafından öldürülmesi üzerine bu defa da , Sultan Ahmet’in en
önde gelen müzisyeni ve nedimi olarak hayatını sürdürdü.
23.6.1377 tarihli bir belgede , Sultan Ahmet ‘in henüz şehzade
olduğu bir dönemde Abdülkadir için söyledikleri dikkat
çekicidir. Onun musikideki en büyük üstad olduğu , yine udi
olarak ve hattatlık konusunda üstün vasıflara sahip olduğu ,
daha birçok özellikleri ile vurgulanmıştır.
Anlaşıldığına göre , Sultan
Hüseyin’in saltanat dönemine rastlıyor olmasına rağmen ,
dönemin şehzadeleri ile Abdülkadir arasında bir yakınlık ve
görüşme söz konusudur. Yine aynı dönemin önde gelen
müzisyenlerinden olan Sultan Ahmet’den Abdülkadir’in mûsıkî meşk ettiği de günümüze gelen bilgilerdendir. Edebiyat ve mûsıkî tarihi bünyesinde Sultan Ahmet’in nedimi olarak da tanımlanan
Meragi , büyük bestekârlığının yanı sıra edebi kişiliği ve
sohbetleri ile de zamanının aranılan şahsiyetlerdendi.
1386‘da , Timur’un Tebriz’e
kadar gelmesiyle , Sultan Ahmet yanında Abdülkadir olmak üzere
Bağdat’a çekildi. Timur 1393’te Bağdat’ı alınca Sultan
Ahmet , Mısır’a sığındı. Sultanla kaçmak isteyen Meragi ,
Kerbelâ’da yakalandı ve Timur’un huzuruna çıkarıldı.
Böylece 19 yıllık Meraga , 14 yıllık Tebriz ve 7 yıllık Bağdat
hayatı , yeni ufuklara açılmak üzere sona erdi.
Timur’un huzurunda :
“ Maşruk-u magrib musahhardır
sana.
Devlet-i nusret mukarrardır
sana.
Feth-i nusret daima bilgindedir,
Devletin Hak’tan mukarrardır
sana.”
dörtlüğünü okudu ve bu şiirden
memnun olan Timur’da kıymet bilirliğini göstererek onu himayesine
aldı. Daha sonraları Timur’un , Meragi’yi baş şehri
Semerkand’a gönderdiğini , orada kendisine ihsanlarda bulunduğunu
ve yine dönemin önde gelen şahsiyetlerinden biri olarak hayatını
sürdürdüğünü görmekteyiz. Timur’un, Abdülkadir Meragi’ye
verdiği değerin derecesini belirleyen ünlü “nişan”, 1398
yılında kendine verilmiştir.
1399’larda Abdülkadir , Timur’un
oğullarından Miranşah Mirza’nın yanında hayatını
sürdürmektedir. İşte bu dönemde Abdülkadir Meragi çok
sıkıntılı anlar yaşamıştır. Olay şöyle olmuştur :
Miranşah’ın akli dengesinin
yerinde bulunmaması nedeniyle yapmış olduğu tuhaf davranışlar ,
özellikle Timur’un çok sevdiği gelini Hanzade’yi son derece
üzüyor , yıpratıyordu. Hanzade’nin, Timur’a oğlunu şikayet
etmesi üzerine hiddetlenen Timur , Tebriz’e gelmiş ve oğlu
Miranşah’a vermiş olduğu tüm yetkileri elinden almıştı.
Timur , oğlunun bu hale gelişinin sebebini ise onun üç nedimine
bağlıyordu. Bu üç nedimden biri de Abdülkadir’di. Bu durumdan
haberdar olan Meragi , Tebriz’den kaçar ; fakat yakalanıp
Timur’un huzuruna çıkarılır.
Timur’un herhangi bir şey
söylemesine fırsat bırakmaksızın Hakanın ayaklarına kapanan ve
Kuran’dan bir süreyi etkileyici sesiyle okuyan Abdülkadir ,
Timur’un hiddetinin geçmesi üzerine bağışlanır ; böylece
canını kurtarmış olur. Artık yine Timur’un nedimleri
arasındadır ve hak ettiği ilgiyi her zaman görür.
1405’te Timur’un
ölümü üzerine Abdülkadir saraydaki durumunu korur.
Timur’un torunu Halil Mirza’dan da
aynı ilgiyi görür. Daha sonra Halil Mirza’yı tahttan indiren
amcası Şahruh’un maiyyetine girerek Herat’da kalır.
1435 yılında Rey’deki kışlığına
giden Şahruh’a gelen haberler çok kötüdür. Herat’da veba
salgını baş göstermiştir. Bunun üzerine Şahruh “Horosan
tarafından gelen mektupların açılmamasını , hiç kimsenin fikir
yürütmemesini ve dolayısıyla halk arasında kargaşaya meydan
verilmemesini “ emreder.
Veba salgınından ölenler
arasında Abdülkadir Meragi de vardır ve Meragi’nin 1435
yılındaki ölüm haberinin duyulması, uzun sürmez.
Abdülkadir Meragi’nin üç oğlu
olmuştur. Nureddin Abdurrahman , Nizamüddin Abdürrahim ve
Abdülaziz isimlerini taşıyan üç oğlu da müzisyendir.
Abdülaziz’i Osmanlı Sultanı Fatih’ e sunduğu “ Nekavet’ul
Edvar” isimli kitaptan tanıyoruz. Yine Abdülkadir’in torunu ,
Abdülaziz’in oğlu Mahmud Çelebi de yazmış olduğu mûsıkî kitabını, II.Bayezid’e sunmuştur.
Bazı kaynaklarda Abdülkadir
Meragi’nin yazmış olduğu kitaplardan Makasıd’ul – Elhan ‘ın
bazı nüshalarının II.Murad’a ithaf etmiş olması , onun
Bursa’ya kadar geldiği konusundaki düşüncelere sebep olmuştur.
Kesin delillerin olmayışı ve o dönemdeki siyasi anlayış
çerçevesinde yapılan değerlendirmelerden , bu konunun bir
söylenti olarak günümüze geldiğini düşünebiliriz.
Arapça ve Farsça’yı da çok
iyi bilen Meragi , tüm kaynaklarda , bestekâr , hanende , udi ,
ressam , şair , hafız ve hattat olarak tanımlanmıştır.
Özellikle yapmış olduğu müzikolojik çalışmalar , geçmişin
birikimini özümseyerek ortaya koyduğu eserler ,mûsıkî aleminde
onu ayrı bir yere koyar. Yine onun bestekârlık kudretini gösteren
ve mûsıkî tarihimizde ayrı bir yeri olan “Nevbet-i müretteb “
olayı şöyle gerçekleşmiştir :
1377 yılının Ocak ayında Sultan
Hüseyin’in sarayında bir mûsıkî toplantısı yapılmaktadır.
Dönemin ünlü okuyucuları , sazedenleri ile birlikte zamanının
önde gelen bilgin ve müzisyenlerinin bulunduğu bu mecliste ,
bestelenmesi fevkalâde zor , büyük bir forma sahib olan “Nevbet-i
müretteb” ile ilgili bir konuşma geçer. Böyle bir eserin birkaç
gün içinde bestelenmesinin imkânsız olduğu kanaati ortaya çıkar.
Sohbetin bu anında Abdülkadir Meragi ,her gün bir “Nevbet-i
müretteb” besteleyebileceğini rahat bir şekilde söyler. Hatta
birkaç gün sonra başlayacak Ramazan ayı boyunca , her gün için
bu formdan ayrı ayrı bir eser besteleyebileceğini , kendine
güvenen tarzıyla ifade eder.
Mecliste bulunanlar , olaya
şüpheyle yaklaşırken , içlerinden zamanın en değerli
musıkişinaslarından Rıyazeddin Rıdvanşah : “Heralde bu
eserleri önceden bestelemiştir.” şeklindeki görüşüne
karşılık , Abdülkadir , makam , usul ve sözlerin kendileri
tarafından belirlenerek , istediklerinin seçilerek kendisine
verilmesini ve onlardan bu eseri yapabileceği teklifini getirir.
Rıyazeddin Rıdvanşah , böyle bir şeyi yapabileceğine inanıyorsa
, Meragi ile 100.000 dinarlık bir bahse girebileceğini herkesin
içinde büyük bestekârımıza yöneltir. Abdülkadir de bu teklifi
tereddütsüz kabul eder.
Bu arada , hiç müdahale etmeden
olayı izleyen Sultan Hüseyin , söze karışarak , güftelerin
seçimi için mecliste bulunan üç mûsıkîşinası görevlendirir.
Makam ve usullerin ise Rıyazeddin Rıdvanşah tarafından
belirlenmesi konusundaki isteğini ortaya koyar.
Böylece güftesi 4 bölümden
oluşan “Nevbet-i müretteb” için gerekli tespitler yapılarak ,
Abdülkadir’e verilir. O da eserlerini istenilen şekilde
besteleyip , huzurda icra etmeye başlar. Ramazan’ın son günü
ise tüm eserleri icra ederek bu büyük bahsi ve bir servet olan
100.000 dinarı kazanır.
Dahi bestekârımız Abdülkadir
Meragi 7 tane usul terkib etmiştir. Fakat ona mûsıkî aleminde hak
ettiği şöhreti sağlayan eserlerinin yanı sıra , yazmış olduğu
kitaplardır demek yanlış olmaz. Kenzu’l Elhan , Camiu’l Elhan
, Şerhu’l Kitabu’l Edvar , Kitabu’l Edvar , Makasıdu’l
Elhan , Fevaid-i Aşere , Zubdetu’l Edvar yazmış olduğu
eserlerin belli başlılarındandır.
Meragi , Kâsat-ı Çini adını
verdiği bir de saz icad etmiştir.
Abdülkadir Meragi’nin bugün
elimizde 29 civarında eseri vardır. Fakat onun adı ile günümüze
gelen eserleri için müzikologlar farklı değerlendirmelerde
bulunmaktadırlar.
Bir bölüm araştırmacı kullanılan
makam ve usullerin o günkü nazariyata uymadığı görüşünü
ileri sürerken , bir bölüm araştırmacı ise , Osmanlı-Türk
icracılarının bu eserleri kendi zevk ve anlayışları içinde
değerlendirmelerinden dolayı, bazı değişimlerin olabileceğini,
bu görüşten hareketle de eserlerin ona ait olduğu savını ileri
sürmüşlerdir. Yine güfte konusunda ileri sürülen düşünce ise, o günkü dile hakim olamayan hanendelerin, güfteyi
bozduklarıdır.
Her halükârda bu eserler klâsik mûsıkîmize büyük renk katan ; üslub , makam ve usul anlayışı
ile kendinden sonraki birçok besteciyi etkileyen , son derece
sanatlı eserlerdir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder