06.08.1896-18.01.1992
Yesari Asım Arsoy 6.8.1896’da, bir Çarşamba günü
Drama’da Namazgâh mahallesinde dünyaya geldi. Babası, Berkofçalı Ömer
Lütfi, annesi ise Zübeyde Hanım’dır.
“Kitabe-i seng-i mezar ve “tarih düşürme” üstadı olan büyük dedesi Şeyh Ömer
Efendi solak olduğundan “Yesari” lâkabı ile anılıyordu. Aynı durum Mustafa
Asım’da da tecelli edince, o da büyük dedesi gibi “ Yesari Asım” olarak
anılmaya başlandı.
Yesari Asım, düzenli bir
eğitimle 1905’te Nazifi Mektebinden, daha sonra Beykonağı Rüştiyesi’nden (ortaokul)
ve 1910 yılında Yeni İdadiye (Lise) başlayarak oradan mezun oldu. Okulda
okuduğu ezan sayesinde sesinin güzelliği ile dikkatleri çeken Yesari Asım daha
sonraları da İzmir Akhisar imamlarından olan dayısı Hacı Hafız Mehmed Efendi
ile de hıfza çalıştı.
Balkan Harbi sırasında,1912 yılının 12
Ekiminde ailesiyle birlikte düşman işgaline uğrayan topraklarından göç ederek
Adapazarı’na yerleşti. Sekiz yıl kaldıkları Adapazarı’nda ailece otel işleten
Yesari Asım’ın ilk ciddi müzik çalışmaları da burada başladı. Önceleri bağlama
ve divan sazı çalan Yesari Asım nota konusunda Rehber-i Terakki Mektebi
öğretmenlerinden Recai Bey ve bando musıki öğretmenlerinden Mızıkalı Hikmet
Bey’lerden yararlandı. Musıkiye olan sevgi ve merakı kısa sürede gerekli
bilgileri edinmesini sağladı, fakat babası Ömer Lütfi Bey, oğlunun müzik ile
uğraşmasını istemediğinden, onu müzikten soğutmaya çalıştı, hatta birkaç defa
udunu kırdı. Olanlara son derece üzülen Yesari Asım bir süre eve gelmedi. Daha
sona da udunu pencereden annesi veya kardeşlerine vererek eve udsuz girip
çıkmaya başladı. Hatta büyük bir aşkla bağlandığı udunu çalmak için yüklük
denilen bir dolaba giriyor, sesi duyulmasın diye de udun teknesine bez
bağlayarak çalıyordu. Udu solak olarak çalmasına rağmen, tel düzeninde bir
değişiklik yapmaksızın, gerdaniye teli en üste gelecek şekilde icra ediyordu.
Adapazarı’nda bulunduğu, bu
günlerde Geyve dolaylarında Çete savaşı yapan Çerkez Ethem’in yanında çok kısa
bir süre bulundu. Daha sonra Antalya’ya gelen Yesari Asım Arsoy, Loid Triestino
adlı bir İtalyan gemi acentesinde 1917 yılında kâtiplik yaptı. O dönemde Milli
Emniyet Teşkilatı adına gizli olarak, bilgiler topladı. Bu arada ailesi
İstanbul Fatih semtine göçtü, fakat Yesari Asım bir süre daha Adapazarı’nda
kaldı ve 1921’de İstanbul’a ailesinin yanına geldi. 1923 yılında İzmit’e
giderek Maliye’de çalıştı. Tekrar döndüğü İstanbul’da, İzzeddin Hümayi
Ekşioğlu’nun bulunduğu bir müzik topluluğunda musıki çalışmalarını sürdürdü. Aynı
dönemlerde Fehmi Tokay ve Zeki Arif
Ataergin ile de musıki yaptı.1929 yılında ilk üç eserini yaklaşık aynı zaman
dilimi içinde besteledi. Kürdî’li Hicazkâr şarkı “Kedersiz hiç çoşar ağlar
taşar mı kalb-i nâşâdım”, Sabâ şarkı “Zavallı kalbimi dinle sana figan eylesin
bak” ve Nevâ şarkı “Geçer her gün bir şirin kız buradan.” Daha sonra ilham
eseri olan ve bir dönemde Türkiye’yi sarsacak eserlerini peş peşe bestelemeye
başladı. 1930 yılında Colombia plâk şirketi ile yapmış olduğu anlaşma sonucunda
şarkıları plâğa okunmaya başladı. Önceleri anne tarafından gelen Büyük
Türkoğulları lâkabı nedeniyle plâklarda adı “Mustafa Asım Türkoğlu” olarak
geçti. Daha sonra soyadı kanunu çıkınca “ARSOY” soyadını aldı.
1938 yılında Romanya,
Bükreş’e giderek 3 ay kadar kaldı. Bu süre içinde özellikle çıgan müziği ve
batı müziği hakkında bilgilerini geliştirdi. 1949 yılında “Fatih Millet
Kütüphanesi”nde tanıştığı Zehra Altuğ ile evlendi. Özellikle san’at hayatındaki
kısırlaşma ve bazı nedenlerden dolayı 1954 yılında boşandı.
1954-1955 yılları arasında
İstanbul Radyosunda stajyer san’atçıları yetiştirmek üzere görev aldı. Bir süre
sonra bu görevi bıraktı. Yine 1975
yılında İzmir’de görev aldı ve oradaki stajyerlere musıki dersleri verdi.1977
yılında gençlik döneminden beri tanımış olduğu Suzan Arsoy ile evlendi.1991 de “Devlet San’atçısı”
ünvanını aldı.18 ocak 1992 yılının Cumayı
Cumartesine bağlayan gece, son ana kadar bilinci yerinde olarak öldü.Cenazesi 20 Ocak Pazartesi günü Erenköy
Zihni Paşa Cami’nden ikindi namazından sonra Karacaahmet Mezarlığına götürüldü
ve toprağa verildi.
Ben de Yesari Asım Arsoy ile
1982 yılının Mayıs ayında tanıştım. Manevi evladı Dr. Bülent Gündem ile beraber
gittiğimiz bu ilk ziyaretimdeki amacım, bu büyük bestekârımızla tanışmanın
hazzını ve ayrıcalığını yaşamış olmaktan ileri bir amaç değildi.
Eşi Suzan Arsoy ile beraber
yüzünden eksik olmayan tebessümüyle bizi ayakta karşıladı. Hocanın elini öptüm
ve oturduk. Kısa bir süre sonra havanın güzel oluşundan da yararlanarak balkona
geçtik ve orada sohbetimize devam ettik. Yesari Bey yapmış olduğu ilk şarkılarından bahsetti ve
aynı günlerde bestelemiş olduğu üç eserinden biri olan Nevâ makamındaki “Geçer
her gün bir şirin kız buradan” şarkısını okuttu, fikrimi sordu, söyledim. Daha
sonra, eserlerinin bir bölümünün yanlış okunduğundan şikâyet ederek bu durumdan
dolayı büyük rahatsızlık duyduğunu söyledi. Bunun üzerine kendisine , eserlerinin
istediği şekilde notaya alınması için beraber çalışabileceğimizi söyledim,
kabul etti.( Hocanın gözleri, yaşından
dolayı oldukça zayıf görüyor idi.) Böylece bir kez , tanışmak üzere gitmiş
olduğum Yesari Asım Arsoy ile ,ölümüne dek ayda iki ,üç defa beraber olup,
çalışma imkânını elde etmiş oldum.
Bu ziyaretlerimde Yesari
Asım Arsoy’u, daha yakından tanıdıkça ona olan sevgim ve bağlılığım günden güne
arttı. Aramızda neredeyse yarım asırlık bir yaş farkı olmasına rağmen, onun
oluşturduğu yakınlık sonucunda,bir süre sonra kendimi, onun yakın bir dostu
gibi hissetmeye başladım.
Doğal olarak çalışmalarımız
ve konuşmalarımızın merkezi, musıki idi. Fakat anlatmış olduğu, insanı özellikle irfan yönüyle geliştirecek ve çeşitli konuları içeren sohbetleri, benim
gibi tüm tanıyanlarını hayran bırakacak
seviyede idi. Bazen anlattığı bir konu ile ilgili çabucak Kur’andan ayetler okur ve çevirir, bazen bir beyit ile
anlattığı konuyu manâ olarak derinleştirir, bazen durur, düşünür ve düşüncenin
sükûtu ile konunun önemini vurgular, bazen kendi eserlerinden veya sevdiği
diğer bestekârların eserlerinden bir bölüm okur ,hatıralarından bahseder,hayran
olduğu Osmanlı kültürünün bir parçası olan Osmanlı mizahı ile ilgili son
derece seviyeli şeyler anlatır,bütün bunlar olurken o olağanüstü etkisi
ile yaşar,yaşatırdı.Onca yıl, yaptığı hiçbir şeyin “laf olsun” gibilerinden
olduğuna rastlamadım. Yine uzun yıllar içinde Yesari Asım Arsoy ile oluşan
yakınlaşmamızın verdiği cesaretle, ona hayatıyla ilgili sorular da
yöneltiyordum. Bazen içten vermiş olduğu cevaplar beni mutlu ediyor, bazen de
çok kısa ve öz cevaplarla o konuyu ustalıkla geçiştirerek hemen başka konulara
geçiyordu.
Bir iman ve ahlak abidesi
olan Yesari Asım Arsoy’un, bir dönemde Sadettin Kaynak ve Selahattin Pınar ile
birlikte, yapmış oldukları eserlerle
Türkiye’yi etkileri altına aldıkları, ilgilenen herkesçe malumdur. Musıki
tarihimiz içinde yaşamış ve sayıları oldukça az olan “üslub” sahibi bestekârlarımızdan
biri de Yesari Asım Arsoydur. Dönem dönem söylediği “Eğer ilhamsız bir eser
besteleyecek olursam, yarın Allah’ın huzurunda ne cevap veririm?”sözü onun,
bestekârlık konusuna nasıl yaklaştığını bize açıkça göstermektedir. Yıllarca
kendisiyle, eserleri üzerine çalışmış biri olarak bunu herhalde en iyi
gözlemleyenlerden biriyimdir. Onun san’at konusunda göstermiş olduğu
titizliğin, kılı kırk yarmasının altındaki temel sebep budur. İlhamsız bir eser
yapmaması, onun en büyük özelliklerinden biridir. Fakat çeşitli sebeplerden
dolayı ,bir dönemde yapmış olduğu şarkılarını ayrı bir şekilde
değerlendirir,yaklaşık 100 civarındaki eserleri üzerinde daha
titiz bir şekilde durur idi.Olağan üstü hafızası ve eserlerine olan
hakimiyeti bir tek yanlışa veya ilaveye izin vermeyecek ölçüde idi.Notası son
derece kuvvetli olup nağmeleri başka perdelerden rahatlıkla okuyabiliyor
idi.İleri yaşına rağmen ,tavırlı ve etkileyici sese sahip idi.Şarkılarının
sözlerinin çoğunu aruzla yazması, Divan Edebiyatına olan hakimiyeti
ve şiir okumadaki ustalığı onun ayrı ve çok önemli özelliklerinden bazıları
idi.Sıkça okuduğu Tevfik Fikret’in”Peri-i şiirime” isimli şiiri, son derece
etkileyici idi. Gözlerinin iyi gördüğü yıllarda “sinema”ya olan düşkünlüğü de
bilinmektedir ki beğendiği filmlerden
bazı küçük bölümleri rol yaparak anlatırdı.Hep düşünmüşümdür,baştan ayağa
san’atkâr olan Yesari Asım Arsoy, sinema
artisti olsaydı çok çok başarılı olacağı şüphesizdi Şunu da söyleyerek Hoca ile ilgili hatıralarımdan birkaçını
sunmak istiyorum. Defalarca evine gittiğim Yesari Asım Arsoy’un yanında
genellikle 5-6 saat kadar kalıyordum. Bu süre içinde bir tek gün bile
sıkıldığımı, erken kalkma arzusuna kapıldığımı hatırlamıyorum.
Yesari Asım Arsoy ile çalışmalarımız sürerken,
T.R.T. Repertuarında olan eserlerinin listesini çıkarmıştım. Eserlerinin çoğunu,
formalite olarak kurula göndermediğinden,
Hocayı ikna ederek 7 eserini 1990
yılının başlarında Repertuar kuruluna gönderdim.8 Şubat 1990 da resmi olarak
eserlerin kabulü ile ilgili cevap geldi. Birkaç ay sonra bir bölüm eserini
tekrar göndermek için öneride bulunduğumda kesinlikle bu önerime yanaşmadı. Bu
davranışının altındaki sebep de yine kendisine ve san’atına olan saygısı idi. Kabul
edilen eserlerin radyoda icra edilmemesinden belli ki rahatsız olmuştu. Yesari
Bey için temel hedef, çok önemle üzerinde durduğu, adeta kendisinin bu iş için
dünyaya gönderildiğine inandığı bestekârlığına ve bestelerine aynı ciddiyetle
yaklaşılması düşüncesi idi. Bu yüzden dönem dönem maddi sıkıntı yaşamış
olmasına rağmen, san’atını geçim gailesinin daima üzerinde tutmuştur.
1988 yılı Mayıs ayının bir
Pazartesi günü,Kadıköy’deki konservatuarda derslerimizi bitirmiş idik.Hocam
İsmail Hakkı Özkan’a daha önce,o gün Yesari Bey’e gideceğimi söylemiştim.Hakkı
Özkan”Fatih!..Üstada iki şiirim var .Bunları da
götürüp okur musun?” deyince zarf içindeki şiirleri aldım ve Yesari
Bey’in Erenköy,Etem Efendideki evine geldim.Salona girdim,Hoca köşedeki
koltuğunda, ayağa kalkıp beni karşıladı,elini öptüm ve”nasılsınız,iyi misiniz”
faslına girmeden “Hocam şimdi size iki şiir okuyacağım”dedim ve zarfı açıp
“Üstad Yesari Asım Arsoy’a” başlıklı şiiri okumaya başladım. Önceleri nasıl bir
şeyle karşılaşacağını bilmemenin yüzüne aksettirdiği ifade, birden bire
şekillenmeye başladı, hayret ve biraz şaşkınlık mimikleri, yüzüne hakim oldu, ara
sıra “Allah Allah, Allah Allah”sesleri okuduğum şiire karışıyordu. Uzunca
sayılacak bu ilk şiirden sonra ”Üstad’a Kıt’a ve Tazmin” başlıklı okuduğum şiir bitince, heyecanına ve sesine hakim
olamayacak bir tonda”Kim bu?” diye sorunca, kısa bir bilgi de vererek şairin
İsmail Hakkı Özkan olduğunu söyledim.Hemen telefonunu istedi(Onlarca
telefon ezberinde idi.Birkaç tekrardan
sonra numarayı hafızasına kaydediyordu.) ve İsmail Hakkı Özkan’ı aradı. Yesari
Bey kendi lisanına uygun birini bulmanın rahatlığıyla olacak, aralarında çok
manâlı ve güzel bir konuşma geçti.O günden sonra Yesari Bey ile Hakkı
Özkan arasında sık sık ve uzun
süren telefon konuşmaları Yesari Bey’in ölümüne
dek sürdü.
İsmail Hakkı Özkan’ın Üstad
için yazmış olduğu iki şiir şu idi:
ÜSTÂD YESÂRÎ ÂSIM ARSOY’A
Hazret-i Âsım Yesârî
bestekâr-î zî-hüner
Tutmuş âfâk-î cihânî şöhretî
şam’ü seher
Yed-i tûlâ sâhibî o mûsıkîde bî-menend
Beste-î bercestedir her bestesi dürr’ü güher
Onca âsâr-i nefîsi beste etmiş şevk ile
Olmuş eslâfî izâmâ böylece sâhib-yeser
Kevkeb-î ilhâmı tâbân nûr-ı şems-î aşk ile
Rû-nümâ etmiş gûna gûn hâlet-î aşk-î suver
Mahzen-î esrâr-ı edvâr kân-ı esvât fî-l-cihân
Pâdişâh-î bestekârân-ı zemân yoktur diğer
Savt-ı âhenginîni biz duymadık hiç gayride
Öyle halk etmiş Hüdâ kim savtı Rabbânî eser
Hazret-i Dâvud anâ bahş eylemiş gırtlâğını
Yâ Bilâl-i Hâbeşîye belki hem-ser yâ püser
Milk-i eş’ârın ve hem de kıt’alar sultânıdır
İlminî ifhâma elzem pek mufassal bir siyer
Gülsitân-i bağ-ı hikmet sohbetinden renk alır
İlmü irfân kânıdır ol sözleri şehd’ü şeker
Mesneviyle Hazret-i Kur’anı ta’mik eylemiş
Post-nişîn-î dergeh-i aşk zât-ı pâkiymiş meğer
Dilde sevdâ-yi ilâhî elde âsâr-î nefis
Evvel Allâh sonra Peygamber anınlâ fahreder
Hüsn-i zâti hüsn-i hulkî benzemez hiç kimseye
Kalb-i pâkî çeşm-i nûru muttasıl beste-niger
Şübhesiz o medhe muhtâc olmamıştır bir zamân
Bâ-husûs bû en muhakkar biçemez ânâ değer
Zâtınî ifhâma yetmez âcizân’ın sözleri
Belki Bâki anlatırdı vasfını yazsa eğer
Hakkıyâ el kaldırıp eyle duâ ol ekmele
Ömrün efzûn ede Hak görmesin hem hiç keder
**********************
ÜSTÂDA KIT’A VE TAZMÎN
Hiç şübhe mi var göçse zamân aşk kalacaktır
Diller yine şarkın ile sevdâ dolacaktır
Kâfi mi değil nâmını ibkâya ey üstâd
“Ömrüm seni sevmekle nihâyet bulacaktır”
“El-vâhid-i kâfi” diye boş söylememişler
Târih seni bir gün o eserle anacaktır
13 Mayıs 1990 da, saat 11 sularında
telefon çaldı, açtım. Yesari Bey idi. Hal hatır sorduktan sonra”Siirt Veysel
Karani” haftası için kendisinden bir eser istendiğini ve biran önce Hüseynî
makamından bestelemiş olduğu”Karşıdan karşıya göz süzüp durma” sözleriyle
başlayan şarkısını göndermek istediğini ve ne zaman gelebileceğimi sordu. Bunun
üzerine ”Hocam yarın gelebilirim” deyince Hüseynî şarkıyı hemen notaya aldırmak
istediğini dolayısıyla telefonda okuyacağını ve bu şekilde notaya alındıktan
sonra temize çekerek getirmemi istedi. Böylece Hüseyni şarkıyı telefonda bana
bölüm bölüm okuyarak notaya aldırdı. İşin ilginç yönü “Hocam şu bölümü bir
daha, bir daha okur musunuz?” dedikçe şaşmaz bir şekilde tekrarlaması idi.
Ertesi gün evine gittim, gerekli formaliteleri tamamlayıp şarkıyı Siirt’e
gönderdim.
Aslında bu
tür şeylerden mümkün oldukça uzak duran Yesari Bey bu vatan toprağında
musıkimize gösterilen ilgi ve kendisinden beklenen desteği bir an önce vermek
istemiş, bir iki gün içinde de bu isteği cevaplamış oluyorlardı. Bütün bunları
yaparken de konunun üzerindeki ciddiyetini de hissettiriyordu.
“Var bir derdim değil beyhûde efgânım benim
Ölürüm ger söylemezsem öldürürler söylesem”
Beytini yeri
geldikçe okuyan Yesari Asım Arsoy’un manevi yönünün tam bir “iman” şeklinde
olduğunu tanıyan herkes iyi bilir. Bunun yanı sıra ondaki “yaşama sevinci” her
yaştan insana örnek olacak nitelikteydi. Adeta dünyaya başka bir pencereden
bakar en görülmeyecek güzellikleri görür, hisseder, onunla bütünleşirdi.
Güzelliğin her türü onun için ilahi idi. Bu yüzden herhangi bir ilahi algılama
onda güzel bir şarkıya dönüşebiliyordu. Dönem dönem şarkıları ile ilgili olarak
sorduğum (bazen de muziplik olsun diye) sorulara genellikle tatlı bir
gülümseyişle cevap veriyordu. Bir gün bir eseri üzerine çalışırken birden durdu
ve Erenköy tren istasyonu yan yolundan evine dönerken üç beş basamaklık
merdivende rastladığı bir hanımın güzelliğini öyle bir vasfetti ki, iki
gözünden yaşlar akmaya başladı. Yanımızda bulunan eşi Suzan Hanım “Asım Bey,
Asım Bey!” diyerek içinde bulunduğu ruh halinden dönmesini sağladı.
Konuşmalarımız sırasında Yesari Bey’in bir musıki toplantısında
bulunma arzusunu hissettim. Devlet Korosundaki arkadaşlarla konuştum ve Mithat
Özyılmazel’in evinde toplanmak kararını aldık. Daha sonra Yesari Bey’e durumu
anlattım, çok memnun oldu. 16 Ekim 1991 tarihinde Yesari Bey ve eşi Suzan
Hanım’ı evinden aldım. Yaylı tanburda Fahrettin Çimenli, Kemençe’de Reşat Uca ,
Mithat Özyılmazel’in kanun ve Osman Nuri Özpekel’in udu ile önce Kürdî’li hicakâr
faslı, sonra da hocanın eserlerinden oluşan bir programı , Adnan Mungan, Fettah
Cankurtaran Ayşenur Özpekel gibi
san’atçı arkadaşlarla solo ve koro olarak icra ettik. Yesari Bey’in samimi
mutluluğu bizlere büyük ödül gibi geldiğinden coştukça coşuyorduk. Ara
verdiğimizde çok heyecanlı bir şekilde (nefes alışından heyecanı belli
oluyordu.) hepimize iltifat eden bir konuşma yaptı. Bu toplantıları daha sık
yapma arzusunu bütün içtenliğiyle belirtti. Gün bittiğinde tekrar evine
bıraktım. Yol boyunca çok mutlu olduğu konuşmalarından belli oluyordu. Onun
hayata dönük olan bu yüzünü bir kere daha tespit etmiş oldum.
19 Ocak Cumartesi sabahı oldukça erken sayılacak bir saatte
telefon çaldı. Telefondaki Dr. Bülent Gündem idi. “Fatih! Felaket! Felaket!”
sözleri beni oldukça korkutmuştu. “ Ne oldu Bülent Abi?” diye sorunca “Hocayı
kaybettik” cevabı adeta kanımı dondurdu. Dr. Bülent Gündem anlatmaya devam
etti. Gece yarısına doğru Suzan Hanım telaşla onu aramış. Yesari Bey’in
hastalandığını, nefes almakta zorluk çektiğini ve hemen gelmesini söylemiş. Dr.
Bülent Gündem de bir taksiye atlayıp, eve koşmuş. Hocanın durumundan bir
enfarktüs geçirdiğini anlayınca gerekli ilaçları sağlamak için hemen evden
ayrılmış, fakat geri döndüğünde Yesari Bey’in ebedi aleme göçtüğünü görmüş.
Büyük bir üzüntü içinde İstanbul Devlet Korosunun provasına
gittim. Orada da günün konusu Yesari Bey idi. Prova bitiminde hemen Dr. Bülent
Gündem ile Yesari Asım Arsoy’un evine gittik. Oldukça kalabalıktı. Çok üzüntülü
bir halde, gözüm köşedeki boş olan koltuğa takıldı. Daha sonra Suzan Hanım,
Hocanın son anları ile ilgili özel şeyler anlattı. Bir gün sonra hocamız Nevzat
Atlığ yönetimindeki Pazar konserimiz, Yesari Asım Arsoy’un ölüm haberi ve saygı
duruşu ile başladı. Bir gün sonra da sevenlerinin duaları arasında 20 Ocak 1992
Pazartesi günü Karacaahmet’e defnedildi.
Sonraki günlerde Yesari Asım Arsoy’un sağlığında da
planladığımız hayatı ve eserleri ile ilgili kitabı hazırlamaya koyulduk. Onu
çok seven ve gönül yakınlığı olan dört kişi İsmail Hakkı Özkan, Dr. Bülent
Gündem, Udi Osman Nuri Özpekel ve ben Fatih Salgar ayda en az iki üç defa ve
iki yıl boyunca İsmail Hakkı Özkan’ın evinde toplandık. Zahmetli ve uzun
çalışmalar sonucunda Yesari Asım Arsoy’un 240 eserini tesbit ettik. Sanırım o
güne kadarki en kapsamlı biyografik eseri böylece hazırlamış olduk. Daha sonra
uzun bir çaba sarf ederek Dr. Bülent Gündem kitabı bastırdı.
Şiiri, özellikle divan şiirini çok seven Yesari Asım Arsoy,
“Eş’arım” dediği şiirlerini yeri geldikçe okur, okuyuşuyla da dinleyeni mest
ederdi. Çok sık okuduğu ve derin manâları içinde barındıran şu dizeleri onun
güzel şiirlerinden biridir.
Ben
âşıklar köyünden Ali oğlu Veli’yim.
Gönüllerde
çağlayan coşan sevdâ seliyim.
Sanma
şaşkın deliyim, deli değil veliyim
Dertten
gamdan âzâde, hem de çok neşeliyim
Ben
âşıklar köyünden Ali oğlu Veli’yim.
Ağır
ağır akarken coştum, kaynadım, taştım
Nice
iller dolaştım yüksek dağları aştım
Dar
geçitlerden geçtim, erenlere ulaştım
Erenler
diyârında dedemle arkadaştım
Ben
âşıklar köyünden Ali oğlu Veli’yim.
Köyümüzün
mektebi duvarsız, çatsızdır
Son
sınıfta okunan kitaplar, yazısızdır
Âşinaya
yurdumuz, kilitsiz kapısızdır
Her
işimiz gücümüz, amcasız, dayısızdır
Ben âşıklar köyünden Ali oğlu Veli’yim.